19 Mart 2009 Perşembe

sisdağı yaylası (doğallığa ve özgürlüğe atılan adım)2182-m






















SİS DAĞI
Görele ilçe sınırları içerisinde bulunan Sis Dağı, Doğu Karadeniz sıradağları'nın uzantılarından biridir; yüksekliği 2182 metredir. Sahile 40 km. uzaklıkta olan Sis Dağına 1.5-2 satte ulaşılmaktadır. Sis Dağı üzerinde yirmiyi aşkın oba vardır. Obalar çevrede bulunan köy ve kasabaların adları ile anılır. Obalardan bazıları şunlardır: Eynesil, Şarli, Gülefyurdu, Ağalar Tamı, Ağılık Düzü, Yatak Yeri, Bakır Alanı, Erkek Su, Han Yanı, Ambarlı ve Örümcek Obaları olarak sayabiliriz. Deniz seviyesinden en çabuk ulaşılan ve en yüksek yer olması Sis Dağının önemini artırmaktadır. Sis Dağına ulaşım için daha çok iki güzergah kullanılır. Eynesil Ören Beldesi yolu, Şalpazarı, Geyikli ve Ağasar derelerini takip eden yol. Bunları dışında yakın çevre köylerde kendi belirledikleri patika yollardan ulaşırlar.Her yıl çevre yerleşim yerlerinin katılımı ile Temmuz aylarında Sis Dağı şenlikleri yapılır.Sis Dağı "C statüsünde Milli Park" olarak korunmaya alınmıştır. "Öyle bir tutku ki asırlardır süren özlemin, yaşam biçiminin, doğa aşkını günümüze yansıyan bölümüdür. Yayla kültürü, doğa ile iç içe yaşamak binlerce yıllık göçebe geleneğinden kaynaklanmaktadır. Anadolu'ya taşınan bu anlayış günümüzde farklı uygulamalarla devam etmektedir. Eskilerin yol hikayelerinden başlamak istiyorum. Kış mevsiminde karla kaplı olmayan sahil şeridinde otlayan hayvanlar yaz aylarında geniş otlakların bulunduğu yaylalara çıkarıldı. Okulların kapanması ile sahildeki boğucu nemli havadan kaçan insanlar yaylaya göç etmişlerdir. Mısır tohumlarını tarlaya ekilmesinden sonra başlayan hazırlıklar yolda ve yaylada gerekli olan ihtiyaçların at, katır gibi hayvanlara yüklenmesiyle yola çıkılır. Eskiden yapılan yayla göçleri bir yaşam biçiminin, tutkunun folklorik izleridir. İhtiyaçların doldurulduğu sepet (şelek)ler sırtlarda, süslü boncuklarla, püsküllü boğazlarına ziller (çan, kelek) bağlanan hayvanlar neşe içerisinde türkülerle devam eden yolculuk." Bugünkü yol hikayemiz Görele, Eynesil sahil yolundan Beşikdüzü"ne girmeden, Ağasar deresinin denize döküldüğü yerden Şalpazarı yönüne motorlu araçlarla başlamaktadır. Yolculuğumuzun ilk gözlemi yolun her iki tarafında Kızılağaçlar ve fındık dalları, suyunu başta Sis Dağı olmak üzere yüksek dağlardan alan Ağasar deresinin coşkun sesi ile karşılaşır. O kadar serttir ki bol yağmurlu günlerde yatağına geniş yarıklar açar, kenarından ulaşımı zorlaştırır. 17 km.'lik asfalt yoldan Şalpazarı'na ulaşıldığına sadece gökyüzünde penceresi olan, dağlarla çevrili, yüksek vadinin dibinde küçük bir ilçe ile karşılaşılır. Bu ilçemizin eski dönemlerde pazar yerlerinden birisi olduğu, ismininde buradan geldiği anlatılır. Şalpazarı'ndan itibaren stabilize toprak yoldan devam ediyoruz. Kısa bir süre sonra doğal maden suyu çıktığı Acısu'ya ulaşıldığında ızgara et kokusu etrafa yayılır. Kaynak suyunun aktığı yerin etrafı piknik alanına dönüştürülmüş. Burada da ülkemizde doğal güzelliklerimizi günlük çıkarlarımıza nasıl harcadığımızın çarpıcı bir örneğini görmekteyiz. Doğal sodalı su borulara alınmış, kaynağı dağıtılmış, doğal ortamı bozulmuş. Ne uğruna; sadece ve sadece para kazanmak. Değer mi? Suyun eski halini hatırladığımda, içim burkuluyor. Tahta bir köprüden ulaşıyorduk gür gür akan Acısuya, etrafında ne ev vardı, ne de beton iş yeri. Bu duygularla yolumuza devam ediyoruz. Geyikliğe doğru yükselti arttıkça, doğanın güzelliği, bitki kokusu etrafı sarıyor. Çam, gürgen, kestane ağaçları görülünce; insanı, Sis Dağı'na yaklaşma sevinci alır. Çevre dikkatli gözlerle incelendiğinde çirkinlikle, ihtişam, bilgisizlikle, vurdumduymazlık, bencillikle, doğanın direnci olanca çıplaklığıyla ortaya çıkar. Bir tarafta epey uzakta kalmış masmavi Karadeniz, her mevsim farklı tonlarla bürünen ağaçlar ve bitkiler; mis gibi doğa kokusu insanı canlandırır. Diğer tarafta ise tarla açmak amacıyla kesilen ağaçlar, sürülmüş toprak, taş çıkarmak, yol açmak için dinamitlenen doğa. Biliçten, bilimden, hukuktan ayrı uygulamalar. Gelişigüzel betonlaştırılan, yok edilen hazinemiz. Ne yazık ki doğa öcünü heyelanlarla sel baskınları ile alıyor. Düşünüyorum da çıkış yolunu eğitimde görüyorum. Yeni nesil ince ruhlu, sanattan, edebiyattan, bilimden hoşlanmadıkça çözüm bulmamız çok zorlaşacaktır. Sis Dağına varmadan son durağımız çam ormanı ile kaplı Paldırlı Su. Çam ormanı içinde buz gibi su. Arkamızda enfes doğası ile Geyikli, güneye ve doğuya baktığımızda Zigana, Kadırga yaylaları, etrafı çam kokusu, çoban ve çalı çilekleri, hayvan sesleri, yeşilin bütün tonları öyle bir iştah açar ki; hangi insanı dinlendirmez ki. Yaşamak gerekir Sis Dağı'nı, hem de doyasıya. Çam ormanından çıkıp Ağasar obasına girince sözlüklerle anlatılmayacak doğa insanı kucaklayıp bırakmak istemiyor, doya doya sarılmak istiyorum. Ağasar halkı korumaya çalışmış, tahrip etmemiş güzelliklerini. Hemen tepesinde sanki obaya düşecekmiş gibi duruyor. Kalpak Kaya, tahta beton karışık evleri, her mevsim, değişik renkte açan çiçekleri, çam ağaçlarıyla insanın içini ısıtıyor. Buradan iki yol ayrılıyor, biri Şalpazarı tarafında yörenin ortak pazar yerine, diğeride Sis Dağı'nın en büyük yerleşim yeri Eynesil obasına. Biz Eynesil obasına doğru yola çıkıyoruz. İlk görülen manzara büyülüyor, tam karşıda Sis Dağı'nın zirvesi bütün ihtişamıyla Kayasis, etrafı avu bitkisi ile kaplı geniş bir alana yayılan yerleşim yeri. Obasının ortasında küçük berrak bir dere geçiyor. Dere bir çağlayana dönüşmeden önce Sandık gölü oluyor. Çevremiz yemyeşil bir örtü ile kaplı. Kışın beyaz örtü, ilkbaharda yeşil. sonbaharda ise altın ile kırmızısıyı andıran Çoban çileği. Obanın merkezinde tarihi değeri olan Osman Dayı'nın kahvesinde soluklanıyoruz. Kahve karataş, kerpiç karışımı üzeri teneke kaplı içine girildiğinde eski yayla kültürünün sadeliği bütün özellikleri ile ayakta. Ortada tahtadan direk, tahta oturaklar(aynı zamanda yatak olarak kullanılan tahta kanepe) yayla suyuyla çay demleyen eski ocak, duvarda kumaştan yapılan sedirler. Geçmişe özlemi tamamlayan bu görüntüyü bazen sadece televizyonda görüyoruz. Sıra obanın geçilmesine geldiğinde Hasan Ağa Suyu ve Gelin Kaya yöresine yürüyüşe geçildi. Eski gücünü kaybeden Hasan Ağa Suyu tahripten kısmen korunabilmiş. Ormanlık alana girip, doğa ile kucak kucağa, rüyada gibi devam ediyoruz. Buradan eski halk inanışlarında yer alan Gelin Kaya'ya geliyoruz. Efsaneye göre kaynanasının bedduasını almış gelin, elinde tepsi (sini) ile taşlaşmış. Kayaya uzaktan baktığımızda uçurumun kenarı da mitolojik öykülere konu olan şekliyle karşımızda duruyordu. Kaya sisi yakından gören Top tepe'ye (futbol oynanan, düzlük) geldiğimizde karşıda ilk bakışta ürküntü veren etrafı yeşil, bize bakan sürü metrelerce uçurum olan Kaya Sis başımızda. Bulunduğumuz yeri daha iyi anlatmak için bir örnek yeterlidir sanırım. Yazın güzel bir havada çıplak gözle buradan Giresun, Tirebolu bazı yerleşim yerleri ile sahil görülebilmektedir. Kaya Sis'in altına baktığımızda metrelerce aşağıda Görele'nin Çanakçı'nın yüksek köylerini görebiliyorum. Bütün bu güzelliklerin yanında çirkin bir yağmadan bahsetmeden geçemeyeceğim. Milli Park olması gereken Sis Dağı sürekli dikenli tellerle toprak elde etmelere, hiçbir kurala kanuna uymayan estetikten yoksun betonlaşmaya sahne olmaktadır. İnsanımızın bencil duygularına kurban edilmeye çalışılan doğa inatla direniyor. Bu bayalığa karşı çıkmadıkça turizm faaliyetleri ile değerlendirebileceğimiz güzelim yaylalarımız yok olabilir. Sadece günü kurtarma, kazanç hırsı, geleceğimizi bitirebilir. Sis Dağı yolculuğumuz, akşam saatleri yaklaştıkça konaklama hazırlıklarına dönüştü. Akşam üstü serinlik etrafımızı sarınca, kışlık kazaklar ortaya çıkarıılır. Zaten Kaya Sisten ve Hayanından çıkan sisler bize evlerimize kapanmamızı işaret ediyor. Yirmi-otuz yıl öncesine kadar etrafı çam ağaçları ile kaplı Çayır obası, dünyamızdaki genel kirlilikten payını almaya başlamıştır. O güzelim çam ağaçları yerini mimari özelliği olmayan, doğa ile uyumsuz, çirkin beton gündüz kondulara terk etmeye başlamıştır. Ağaçların dışında orman gülü de denilen, dağların vazgeçilmez örtüsü "Ağu" bitkisi, hatta "Çalı çiçekler" dahi tahrip edilmiştir. Bu gerçekler sadece Sisdağı'na has değil, ülkemizdeki çevre duyarsızlığına bir örnektir. Ancak! Bu olumsuzluklar dağımızın güzelliklerini yok edememiş, gölgelememiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki; çoğu yeri 6-7 ay karla kaplı olduğu için sürekli yerleşime açık değildir. Doğanın azizliği Sisdağı'nın nefes almasını sağlıyor. Ne kadar acı değil mi? İnsanoğlunun elinin değmediği yerler daha iyi korunuyor. Bir kaç tatsız cümleden sonra Çayır obasını (OBA DÜZÜ) tanıtmaya devam edelim. Adı bol çayırlı otlaklarla kaplı olmasından gelir. Eskiler ortasından dere geçen çanak şeklindeki oba da bir metre yüksekliğinde otların varlığından söz ederler. İlkbaharda her tarafı rengarenk çiçeklerle bezelidir. Sisdağı'nın bu en büyük yerleşim yeri ve çevresi buz gibi sularla kaplıdır. Hemen merkezde Osman Dayı'nın kahvesinin arkasında bulunan çeşme yaz mevsiminin en sıcak günlerinde bile dudak çatlatır. Yine "Gümbürük" adını suyun akışının verdiği sesten alan kaynak suyu adeta yerin derinliklerinden fışkırır.Görele'nin yüksek köylerine bakan "Çaykara", "Bakacak", kaynak suları ve nefis manzaraları ile pikniğe gidenler için bulunmaz dinlenme yerleridir. Hasan Ağa Suyu ise çevresinin genişliği, obanın her tarafını görmesi bakımından önemlidir. Yörede ağaç oyma tarzında yapılan çeşme olukları çok ünlüdür. Yaylamızın bol sulu, otlu yapısı ikliminden kaynaklanır. Kış mevsiminde uzun süre karla kaplıdır. Bol yağış alır. Genelde her yıl yer yer 4-5 metreye varan kar kütlesi su kaynaklarını besler. Diğer yaylalarda yerleşim yerlerinde, mesire alanlarında gördüğümüz su kuyruklarını, ısınmış sudan içebilmek için çekilen çileyi gördüğümüzde yörenin değeri daha da artar. Çayır obasından Eynesil-Görele yönüne doğru gidildiğinde daha yüksekçe bir yerde olan "Evliya Kıranı (Düzlüğü)" denilen yere ulaşılır. Adı geçen tepe kavşak noktasıdır. Buradan Bakır Alanı, Ağalar Tamına veya ters yönde Şalpazarı topraklarında bulunan yörenin en önemli pazar yerine "Ali Meydanı Düzlüğü"ne ulaşılır. Ot göçü (otçu göçü) törenlerinin de yapıldığı pazar yerine doğru giderken yolun bozukluğu (güneşli havalarda tozlu, yağmurlu havalarda çamurlu) hep dikkatimi çeker. Buralardan her geçişimde ortaokul yıllarında İsviçre'deki dağ yollarını anlatan Türkçe dersindeki "okuma parçası" aklıma gelir 20 yıl önce okuduğum yazı, dağ yollarının bakımından, çevre temizlığinden, bitki örtüsünün uyumundan, ormanların düzlenmesinden bahsediyordu. Aradan geçen bunca yıldan sonra bile bu anlatılanlar bizim doğal güzelliklerimiz için hala hayallerimizi süslüyor. Pazar yerine (Ali Meydanı) ulaşıldığında geniş bir alan, çim arazi karşılar sizi. 2000 metrede alış veriş, şenlik, eğlence, piknik keyfi yaşamak. Hangi duygu insanı buraya çeker. Bazıları gelenekleri yaşatmak; atasının, dedesinin alışkanlığı ile geliyor. Bir kısmı sahilin nemli ikliminden kaçmak istiyor. Doğa ile iç içe yaşamak isteyen, stres atmak isteyen. Ne dersek diyelim, Karadeniz insanı bir başka keyif alıyor buradan. Sisdağı'nın geleneksel pazar yerinin merkezinde kaynak suları var. Alışveriş yerine doğru yaklaşıldığında yaylacılık yapan veya günübirlik gezi amaçlı gelenlerin et ve sebze ihtiyacını karşılayan satış yerleri, satıcıların bağırışları, genel görüntüyü oluşturur. Üzeri teneke kaplı karataştan yapılmış lokanta, bakkal ve manav geçmişin bütün özelliklerini yansıtmakta. Lokantaya eski tahta kapısını gıcırtadarak girilir. İçinde ilk göze çarpan ortada ağaçtan eski direk, gaz lambası, tahtadan özenmeden yapılmış masalar ve ağaç oturaklar, zemin tamamen toprak. İnsanın özlediği de bu görüntüler oluyor. Gezmeye gelenlere aslı gerekir. Burada modern olan çok cazip değildir. Her Cumartesi rengarek giysili, sırtlarında çantası (Çenti), belinde peştemalı olan yöre kadınları ile sahilden gelen modern giysili kadınlar ilginç görüntüler oluşturur. Pazar yerinin (Ali Meydanı Düzlüğü) çevre yöreleri de içine alan binlerce süren bir özlemi, yaşama biçimi, geleneği yansıtmış olmasıdır. Türklerin Orta Asya'dan yaylalarımıza taşıdıkları ot göçü (otçu) şenlikleridir. Bu şenlik kökü geçmişe dayanan bir tutkudur Karadeniz insanı için. Öyle ki ülkemizin değişik yörelerinden hatta yurt dışından dahi katılım olmaktadır. Pazar yerini Ağasar Obası'na, Kalpak Kayaya doğru bakan yönünde eskilerin "Çamış Düzü" dedikleri, geniş bir alan vardır. Burada çok eski dönemlerde Türklerin hayvanlar arasında yarışmalar düzenledikleri anlatılır.Dağımızın başka güzelliklerine doğru hareket etmek vakti geldiğinde her Cumartesi veya şenlikler sonunda yaşanan bir duyarsızlıktan bahsetmeden geçmenin doğru olmadığına inanıyorum. Hayvan ve yiyecek artıkları, plastik çöpler meydanı kaplıyor. Son model arabaları, değişik ekonomik katmanlardan gelen insanları, kültürel farklılıkları olan yöre sakinlerinin ortak özelliği çevreye karşı bencillik. Daha da acısı ülkemizde her çeşidine rastladığımız eğitim kurumlarının fertlerimizi yeterince geliştirememesidir. Geleneksel pazar yerini aynı yoldan geri dönüyoruz. Yönümüzü Bakır Alanı Kaya Sis'e çeviriyoruz. Bir tepeden başka bir tepeye doğru yol alırken dağın her tarafını izlemek mümkün. Şalpazarı kesimine bakan Deli Halil Tepesi bütün heybetiyle sanki etrafını izliyor. Eteklerinde koyun ve keçiler otluyor. Yine yüksekten bakıldığında yeşil bir tepsiye benzeyen Çayır Obası aşağıda adeta uyuyor. Buradan açık havada net görünen Karadeniz, dağı kucaklar gibi. Bakır alanına yaklaştıkça bir tarafı uçurum Kaya Sis bize bakıyor. Bakır Alanı; İlk bakışta irili ufaklı kayalar, kısa otlar, çalılık bitki örtüsü ile kaplı düz sayılabilecek bir arazi göze çarpar. Adının nereden geldiği konusundaki farklılıklar bizi ilginç kültürel özelliklere götürüyor. Bizans döneminde burada bakır çıkarıldığı, yöredeki bazı taşların (bazı köylüler bu taşların birinin üzerinde Hz. Ali'nin ayak izi olduğunu söylerler) maden yeri işaretleri olduğu anlatılır. Ancak yarı göçebe hayvancılıkla uğraşan Türkler buraya "yatak yeri" demişlerdir. Yatak yeri uzun yayla yolculuklarında hayvanların ve insanların dinlendikleri düzlüklerdir.

14 Mart 2009 Cumartesi